
Üç hafta kadar önce Hacker Mindset’in ilk yazısında “Ömür daha iyi yaşanabilir mi?” sorusunu sormuş ve dilim döndüğünce kendi cevabımı vermeye çalışmıştım. Üzerine tartışmasız ülkenin yaşadığı en büyük afetlerden birisi yaşandı. On binlerce can kaybımız, yüz bin üzerinde yaralımız var. Bölgede yaşayanların barınma sorunundan, gıda ve iş sorununa, felaket kaynaklı göçe ve bölgenin yeniden inşasına çözmemiz gereken sorunlar ile başbaşayız.
Belirtmek isterim ki bu yazı depremi yaşayan ve yaşam mücadelesi veren insanlara yönelik bir yazı değil. Depremi yaşayanların, yakınlarını kaybedenlerin ve bölgeye gidip oradaki yıkıma şahit olanların neler yaşadığını, neler hissettiğini tahayyül bile edemiyorum. Deprem bölgesindeki mücadelenin, yasın, üzüntünün şuan hala devam etmekte olan göçün ve yeni bir hayat kurmanın belirsizliği ile ilgili bir şeyler yazmak için biraz erken. Yazı yazmaya harcanacak eforu bölgedeki insanların hayatlarını daha iyi yapmak için harcayabilir biraz olsun fayda üretebiliriz.
Bir an önce normale (o ne ise) dönmenin, iş yapar hale gelmenin, deprem bölgesine destek olmak için de artık daha önemli olduğunu düşünüyorum. Arama kurtarma çalışmaları yerini enkaz kaldırmaya bıraktı ve bölgede problemler sürüyor. Bu problemleri duygusal tepkiler ile değil, rasyonel yaklaşımlar ile çözmeliyiz. Anlık kararlar yerine kalıcı, sürdürülebilir kararlara ihtiyaç var. Bu seri biraz toparlanmamız, bir sonraki adımlara geçmeye hazır olmamız için yazıldı. Kolay hazmedilebilir olması için parça parça, madde madde paylaşacağım seriyi. Bugün faydalı olmakta geç kalmış olsam da önümüzdeki felaketlere, kişisel krizlere, sizin deneyimlerinize umarım faydalı olur.
Ekranlardan ve Twitter’dan takip ettiğimiz bu felaket, hepimizde hayatımızın geri kalanını etkileyecek çok büyük etkiler bıraktı. Alık olarak yaşananları takip etmek hepimizi yasa, öfkeye, çaresizliğe ve umutsuzluğa sürükledi. Terör saldırıları, darbe girişimleri, dolar krizi gibi her sansasyonel olay, bizi gündemi takip etmeye mecbur eden ve psikolojik olarak bizi tüketen bir kurşun gibi.
Bu kadar ağır gündemin altında yıkılmamak, tükenmemek mümkün mü? Normale nasıl dönülür? İşe, güce nasıl odaklanılır? Cevap olarak kendi deneyimlerimden bir şeyler karalamak istedim. Uzman olmadığımı, bunların teorik bilgi değil pratik kişisel deneyimler olduğunu hatırlatırım.
Yukarıda bahsettiğim “Ömür daha iyi yaşanabilir mi?” yazısından bir alıntı ile başlamak isterim.
Bir ömür nasıl harcanmalı üzerinde sıklıkla düşündüğüm bir konu. Hayatın anlamsızlığı üzerine bir gün uzun uzun yazarım ancak bugün ona nasıl anlam katarız üzerinde bir şeyler yazmak istiyorum. Başarıyı nasıl tanımladığınızdan ya da hedefleriniz ne olduğundan bağımsız olarak, anlam arayışındaki ilk adım bireyin değiştirebileceği şeyler ile değiştiremeyeceği şeylerin farkına varmasıdır. Bu ayrım, doğru hedef koymanın, ilerlemenin, sonuç almanın ve sürekli öğrenmenin ilk adımıdır. Hayatınızda nelerin gerçek (fact) olduğunu bilmek ve bunları kabul etmek ile başlayalım. Değiştirebileceklerinizi ayırt ederek devam edelim.
Kabullenme ve farkındalık
Yukarıdaki paragrafta belirttiğim gibi bir farkındalığı genel olarak günlük hayata uygulamaya alışmak önemli bir adım. Karşınıza çıkan problemler, zorluklar ile kesinlikle aşılamayacak engelleri, gerçeği, ayırt etmek gerekli. Durumu doğru analiz etmek en önemli adımlardan birisi. Üzgünüm ki içinde yaşarken gerçekten de bunu başarmak çok zor. Başımıza gelen ağır travmatik durumlar için de bu bakış açısı gerekli.
Daha önceki yazıda açıkladığım gibi olayları, geçmişi, yaşananları, gerçekleri değiştiremezsiniz. Değişmesi gereken sizsiniz. Hoşunuza gitse de gitmese de değişeceksiniz. İlk farkındalık adımı olaylara verdiğiniz tepkileri, yaklaşımınızı, bakış açınızı değiştirmek. Bu farkındalık durumu o sebeple bir alışkanlık. Pratik olarak her olayda, her zaman uygulanabilir bir araç.
Deprem oldu! Bu bir gerçek. Tartışmasız kabul gereken ve üzüntünün 5 aşamasını* yaşamadan direkt kabullenmeye gidecek türde bir gerçek. Deprem bölgesine yakın bir yerde iseniz belki sarsıntıyla uyandınız, belki de benim gibi uyandığınızda Twitter’da, anlık mesajlaşma uygulamalarında size gelen mesajlar ile depremden haberdar oldunuz. Büyük bir şok anı. Nasıl yani? Deprem mi olmuş?
Şu an bilgiye ihtiyacınız var! Nerede olmuş? Kaçta? TV’ler ne diyor? Müdahale etmişler mi? Dayımlar? Onlar iyi mi acaba? Telefon ile ulaşmaya çalışma… Peki ekipten kimse? Arkadaşlarımdan? Herkese hızlıca ulaşmalıyım…
-Alo abicim iyi misin? Ailen? Akrabalardan tanıdıklardan kimse var mıydı? Ulaşabildin mi? Anlıyorum… Haberdar et beni de.
Bir telefon, bir telefon daha. Dayımların iyi olduğunu diğer kuzenlere de söyleyeyim boşuna aramasınlar. Ekiptekilere de haber vereyim. Sayfayı yenile! Sayfayı yenile!
-Aysel, böyle böyle olmuş bak. İnsanlar enkazda. Videolar geliyor. Çok kötü…
Bu aşamaya kadar bilgi topladınız. Durumu kabaca anladınız. Çok büyük bir felaket yaşanıyor. Büyük bir yıkım var. Enkaz altında insanlar yardım bekliyor. İnsanlar sokaklarda çaresiz. Tanıdıklar ile ilgili iyi kötü haberdarsınız ya da ulaşamıyorsunuz. TV kanallarını dolaşıyorsunuz biraz daha anlamak için ne olduğunu. 10 il etkilenmiş. Hatay’dan hiç haber yok.
Burada durmamız lazım. İlk sormanız gereken soru kendinize şu:
“Bu kadar bilgi ile ne yapabilirim?” Cevabınız “daha fazla bilgiye ihtiyaç var” ise biraz daha bilgi toplamaya devam. Ama bilgi konusunda seçici olmak gerektiğini düşünmeye başlamanız lazım. Topladığım bilgiler beni bir proaktif eyleme yönlendirmeli. Örneğin:
“Yollar açık mı? Yardım için araçla gidilebilir mi? Uçak? Havalimanı? Peki, AFAD ya da AKUT’a katılabilir miyim? Belediyeler ne yapıyor? İhtiyaçlar belirlenmiş mi? Ne gerekir acaba orada? Elektrik var mı? İçme suyuna erişim?”
Bu sorular kabullenmenin de ilk adımı. Bu aşamaya ne kadar hızlı gelebilirseniz, ne zaman kendinizi bu sorulara hazır halde bulursanız hakikati kabul etmişsiniz demektir. Bu soruların cevaplarına odaklanmak lazım artık. Üzerinize Twitter’dan yağan Celal Hoca söylemişti, Naci Hoca bilmiştiye gerek yok. Devleti, kurumları, kişileri suçlamaya, bunlarla ilgili tartışmalara, yorumlara gerek yok. Bunlar fikir artık. Bilgi değil.
Bilgi dediğimiz şey zamanında kullanılacaktı, kullanılmadı. Sonuç bu. Biz artık sonuca odaklanacağız. Gereksiz fikirler ve yorumlar yerine ihtiyaçlar ve çözüme yönelik bilgilere erişmeye çabalayacağız. Üzerimize boca edilmesine izin vermemek, seçici davranmak mümkün. Bunun ayrımında, farkında olacağız. Ben ne yapabilirim soru? Bunun için bilgi topluyoruz. Nasıl o insanlara yardım edebilirim? Basit, açık, net. Faydaya, işe yaramaya odaklanmak zorundayız.
İlk aklıma gelenleri yazıyorum. Doğru yanlış şeklinde değil, seçenek olarak.
Oturduğum yerden hızlıca, bağış yapabilirim. Kolay, hızlı.
Kurtarma eğitimim var. Bölgeye gidebilirim.
Aracıma su, gıda, battaniye yükler gider dağıtırım.
Birileri yardım toplayacaktır. Evde ne var? Depoda koli vardı. Onları hazırlayayım.
Tanıdıkların, arkadaşların bir ihtiyacı var mı? Bir tekrar arayayım.
Bölgeye giden STK var mı? Onların bir ihtiyacı var mı?
Yazlıkta çadır vardı, komşu bizim evden alsa kargolasa ne zaman burda olur?
İnsanlar enkaz altında. Kayıplar var. Ben yazılımcıyım, bir uygulama mı yapsak?
Yardımlar belediyede toplanır. Gideyim koli yapayım.
Kan ihtiyacı olacak. Nereye gidebilirim?
Eldeki kısıtlı bilgi ile bile proaktif olarak yapılabilecek çok fazla şey var. Yaşadığımız şok ile bunların hiçbirini yapamıyor olabiliriz. O an bunu düşünmeye hazır olmayabiliriz. Yazdıklarımın yanlış anlaşılmasını istemem. Yapamıyorsak bile seçeneklerimize bir bakmak faydalı. Bunu en azından alışkanlık haline getirebiliriz.
Anın yarattığı duyguya engel olmak zor olsa da mümkün. Başka seçeneklerim var, proaktif olabilirim. Depremi, etkilerini değiştiremem ama insanlar için bir şey yapabilirim. Farkındalıktan kastım bu duygu-bakış açısı hali. Her afet, her kriz karşısında da telaşa kapılmadan farkında olmamız gereken şey tam olarak bu.
Bir sonraki yazıda üzerimize boca edilen haber, hikaye ve bilgiler ile nasıl başa çıkabileceğimi dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım.
Haftaya görüşmek üzere.
Serinin devamı burada:
*Genel bir yaklaşım olarak yasın, üzüntünün beş aşaması süreci açıklayan yaklaşımlardan birisi. Bireysel gözleme dayanıyor ve tam olarak bilimsel bir doğru değil.