Bugün “Cumartesi Pazarı”
Kalabalıklar arasında kendimi aramak için yola çıkmıştım. Yolculuğumun bu evresinde kendimi Ödemiş Pazarında buldum.
❗ Bu bülteni yazarken aklımdan geçenleri olduğu gibi yazmaya çalışıyorum. Bu sebeple yazım hataları, anlamsız cümleler, türlü türlü saçmalıkla karşılaşabilirsiniz.
Lütfen alıcılarınızın ayarları ile oynamayın. Keyifli okumalar.
En son günlük yazımdan birkaç gün sonradan merhabalar. Bugün Cumartesi. Ödemiş’in en büyük pazarı bugün kuruluyor. Gördüğüm en büyük pazarlardan bir tanesi. Çocukluğumda cumartesi günleri köylülerin şehre geldiği bir gündü aynı zamanda. Köyden kalkan bir dolmuş ya da midibüs ile gelip gidilirdi. Şimdi de pek değişmemiştir sanırım. O zamanlar köylünün arabası değil daha çok traktörü olurdu. Şehre ulaşım nadiren araba ile sağlanırdı. Bozdağ’a ya da Birgi’ye giderken motorun üstüne dizilen çocuklardan birisi idim bundan 35-40 sene önce. Biz şehirde yaşar yazları köye giderdik babaannemin yanına. Şehirde yaşam dediğime bakmayın. Küçük bir ilçe merkezinde ne varsa o.
Cumartesi günleri hem kalabalık hem de pek curcunalı olurdu. Pazarcıların yan yana tezgahlarının arasında köyden mahsulünü getiren köylülerin çuvallar üzerinde malları da olurdu. Şehrin ortasında yan sokaklara doğru genişleyen upuzun bir pazar hayal edin. Ödemiş zaten bir ziraat şehri. Tüm zirai zenginliğini bu pazarda bulabilirsiniz. Şimdi de öyle. Çeşit çok, ürünler taze, fiyatlar uygun, insan aldıkça almak istiyor. Pazarcılarla azıcık laflamak, pazarın kurulduğu yerdeki esnafla selamlaşmak, ara sıra yanımda annemi görenlerin şaşkınlıkla “Aaaa, sen İsmail’in oğlu musun?” soruları ile karşılaşmak, yanımda annem yoksa yine bir şekilde tanıyanların “annene selam söyle yavrum” mesajlarını toplamak kendimi buralara ait hissettiriyor...
Ne kadar buralara aitim aslında hiç bilmiyorum. 13 yaşında askeri okul için ayrıldıktan sonra arkamda bırakıp gittiğim bu küçük ilçeye yıllar boyunca sadece şu an olduğu gibi kısa sürelerde kalmak için geldim gittim. Arada çocukluğumun geçtiği sokaklarında dolaştım, arada pazarına çıktım, yıllardan neredeyse hiç değişmemiş parklarında akşam güneşi batırdıktan sonra aylak aylak çekirdek çitledim, annemden eski mahalledeki komşularımızın dedikodularını dinledim.
Halbuki ben yıllar önce ilk olarak İzmir’e, sonra İstanbul’a, hiç kimsenin kimseyi tanımadığı kalabalıkların arasına tam da bu yüzden gitmedim mi? Yıllarca ne babamı ne de annemi tanımayan kalabalıkların arasında tek başıma “kendim” olduğumu hissettim. Kimsenin kimsesi olmamanın özgürlüğünü yaşadım. Bu küçük ilçeden, mahallemden çıktım gittim ve az önce anlattığım gibi sadece ara sıra geldim. Şehirde benden yeni bir ben doğurdum. Değiştim, büyüdüm, alıştım ve eski beni, çocukluğumu geride bıraktım. Unutmadım. Ama yeni hayatımın içinde de ona pek bir yer ayırmadım. Ara sıra ziyaret ettim. Sonra “güle güle” diyerek ardımda bırakıp yeni yerler, yeni memleketler için yola çıktım.
Şimdi birazdan Cumartesi pazarına çıkmadan, yolda çocukluğumdan kalan kimlerle karşılacağımı düşünüyorum. Belki birazdan annemin bir gün arkadaşına, belki de Dilara’yı (kız kardeşim) tanıyan birisine denk geleceğim. Alışveriş yaptığım bir dükkânda rahmetlinin adını “Beni bilmezsiniz ama babamı bilirsiniz muhtemelen, Doktor İsmail Su, ben onun oğluyum” diye anacağım. Beni değil de babamı, annemi, Diloş’u tanıyan birileri ile şehrin kalabalıklarında yapayalnız aradığım kendimi bulacağım...