Çocuklardan öğrendiklerim: "Nasıl öğreniyoruz?"
Çocuklar ile bir öğrenme deneyinden sesleniyorum. Öğrenmek acayip bir şey. Nasıl öğrendiğimizi katılımlı gözlem ile keşfediyorum.
Bu sene iki yeğenim İzmir’e taşındı. Çocuklarla çok zaman geçiren birisi değildim. Zaman geçiren birine dönüştüm. Bu aralar onlar günlük hayatımın içinde ciddi ciddi yer almaya başladılar. Benim için farklı bir deneyim oluyor. Katılımlı gözlem gibi.
Birisi üç buçuk diğeri sekiz yaşında. Birisi kreşe yeni başladı diğeri ise ikinci sınıfa. Çok ufaklar. Çok az bilgi ile hayatlarını sürdürüyorlar. Karşılaştıkları neredeyse her şey yeni. Yeni deneyimler ve müthiş bir bilgi bombardımanı altındalar. Birkaç kez maruz kaldıkları bir şey hızlıca öğrendikleri bir şeye dönüşüyor gözümün önünde. Benim için ilginç bir deneyim.
Ufaklık bu ara her şeye “neden” diyor mesela. Bıkmadan usanmadan cevap vermek gerekiyor. (Ya da gerekmiyor, bilmiyorum) Büyük olan ise okuma yazmada yeni ve dünyayı kelimelerle tanımak konusunda daha yolun çok başında. Ona da sürekli açıklama yapmak zorunda hissediyorum kendimi.
Kendi çocuğum yok. Ama bu hikâyede kendimi atanamamış bir ebeveyn gibi hissediyorum. Çocuklarını dünyanın en önemli şeyi sanan anne-babalar gibi olamadığım için, çocukların durumlarını, ilerlemelerini ya da tepkilerini daha objektif değerlendirebildiğimi düşünüyorum. Bu konuda da “gözlemci” vasfını korumaya özen gösteriyorum.
Yazarken kulağa soğuk geldiğinin farkındayım. Bir deneyin parçası gibi değil buradaki gözlemcilik benim açımdan. Daha çok olan biteni anlamaya yönelik. Mesela bu ara en çok takıldığım şey bir şeyi nasıl öğrendiklerini öğrenmek. Yeni bir şeyleri denerken ki korkuları, heyecanları, bunu nasıl yendikleri… Ya da ilk kez duydukları bir kavramı uzun uzun anlatmama rağmen 20 dakika sonra sorduğumda hatırlamamaları…
Tekrar anlatırken kendi kendime soruyorum. Neden beni anlamadılar? Ben mi anlatamadım? Ya da çok mu erken acaba bu bilgiler için? Neleri öğretmem lazım onlara? Neler gereksiz bilgi? Acaba şöyle anlatsam daha iyi anlarlar mı?
Onlarla zaman geçirirken bir sürü yeni şey fark ediyorum. Daha önce belki gördüğüm önemsemediğim ya da fark ettiğimin farkında olmadığım türlü türlü şey. Onların yeni bir şeyler öğrenmesine şahit oldukça öğrenme işini daha iyi kavradığımı düşünüyorum. Onlarla kurduğum diyaloğu şekillendiren pratik yaklaşımımı madde madde yazmak istedim. Çocuklara bir şeyler aktarırken yaptıklarım kendi öğrenme yolculuğumuzda da kıymetli olabilir.
Öğretmek diye bir şey yok
Öğretmek diye bir şey yok. Evet biliyorum ortada bunun mesleği bile var ama birine bir şey öğretemiyorsunuz. Anlatıyorsunuz, gösteriyorsunuz, tekrar ediyorsunuz. Sonuç anladığı kadar. Yanlış anladı ise tekrar. Eksik anladı ise tekrar. Öğretmenin, ebeveynin ve bu hikâyede benim rolüm “yapabilirsin” demek. “Bir daha dene” demek. Biraz da sabır. Olmayınca vazgeçmemek, yine deneyecek cesareti çocuklara vermek.
Tekrarlarlarlarlarlarlarlarlar
Öğrenme işinin en önemli adımı ne deseniz tekrar derim. Her şey tekrarlanacak, tekrar tekrar yapılacak… Onlarca kere hatta yüzlerce kere. Bazen anlamadan tekrarlayacak. Hiç problem değil. Zamanla bir mucize gerçekleşecek ve anlamadan tekrar ettiği şeyler bir yerlere bağlanacak ve anlam kazanacak.
Bağ kurma
Zihnimiz ilginç. Her şeyi anlamlandırmaya programlı. Nöronlar sürekli çalışıyor ve birbirleri ile doğru yanlış bağlar kuruyor. Anlama dediğimiz şey tam da böyle bir bağ kurma hali. Çocuklar bir şeyleri bir şeylere bağlamak konusunda hepimiz gibi doğuştan yetenekliler. Öğrenme bu bağ kurma işinin ta kendisi.
Çocuklarla iletişim kurarken ona sadece bilgiyi tekrar tekrar vermek yeterli değil, onun bağ kurmasını sağlayacak örneklerle, olaylarla anlamayı/bağ kurmayı desteklemek gerekli. Çocuk yeni öğrendiği şey ile ne kadar bağ üretebilirse, ne kadar farklı bağlamla ilişkilendirirse o kadar kalıcı bir öğrenme mümkün oluyor.
Bağlam
Gözden kaçırmamamız gereken şey ise bağ kuracakları bilgi ve kavramların kısıtlı olması. Zihinlerinde çok az veri var. Çok az şey biliyorlar. Bilmedikleri kelimeler, kavramlar, tanımlar, deneyimler doğal bir kısıt yaratıyor. Bir ebeveynin en kritik işi çocuğun bağlamsal evrenini genişletmek.
Bir konuyu anlatırken daha önce kendi kurduğu ilişkiler ile sürekli bir çerçeve çizmesi ve bu çerçeve içinde çocuğun ilerlemesini sağlaması. Ne kadar geniş bir bağlamsal evren o kadar iyi. Sürekli konuşmak, anlatmak, diyalog kurmak bu noktada kritik.
Hiç bir şey boşa değil
Konu öğrenme olunca sıklıkla bir alana, bir amaca, bir derse yönelik olmasına özen gösteriyor aileler. Kaynaklar ve özellikle zaman kısıtlı. Bu kısıt sebebi ile de bir seçim yapmak gerekiyor olabilir. Boş ezber değil kastım elbette.
Ben burada bir daraltma olmadan “gereksiz” diye görebileceğimiz bolca bilginin de çocuklara aktarılmasının, anlatılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Bu gereksiz bilgiler bir “yığın öğrenme” yöntemi. Siz her yeni bilgiyi doğru yanlış bir yere bağlayarak zihne atıyorsunuz.
Zihin zamanla bu yığını işleyip daha alakalı bağlar kuruyor. Geniş bir ağ kurmak gibi düşünebilirsiniz. Gelen her yeni bilgi bu ağa takılıp bir yere bağlanmaya başlıyor. Bağlamdan farkı bu bir çerçeve değil. Sınırı yok. Yaratıcı düşünme, problem çözme, inovasyon gibi türlü türlü yeteneği geliştirmenin pek de önerilmeyen bir yöntemi bu.
Maruz kalma - Zorunluluk
Öğrenme neden bilmiyorum ama kafamızda ek bir efor gerektiren, üzerine zaman ayırılması gerektiren bir şeymiş gibi gözüküyor. Özellikle günlük hayatın içerisindeki pratik alanlar “henüz erken, daha yapamaz, önce şunu öğrenmeli” gibi farklı bahanelerle erteleniyor.
Elbette fiziksel ve zihinsel belli sınırlarımız var ancak çocuğun sınırlarını zorlamak, destekleyerek problemlere maruz bırakmak ve bazen şartlara uygun şekilde ek zorluklar yaratmak bence önemli. Emeklemeye başlayan bir çocuğun önüne bir sandalye koyup etrafından geçmesini sağlamak da böyle, ev işlerinde görev ve sorumluluk vermek de böyle.
Gözlemim ailelerin sıklıkla çocuğun problemlerini çocuk karşılaşmadan çözmeye çalıştıkları yönünde. Çocuk probleme maruz kalmalı, çözmeyi denemeli, destekle problem çözülmeli sanırım en öğretici yol.
Gösterme - Taklit
Bir sürü ebeveynden aynı şikayeti duyuyorum: “Evde bir sürü kitabı var ama kitap okumuyor.” Soru basit: “Sen kitap okuyor musun?” Biz anlamsızca çocukların bizim dediğimizi yapacağına, yapması gerektiğine inanıyoruz.
“Her gün 20 sayfa okumalısın denince” çocuk bunu yapacak gibi bir beklentimiz var. Özellikle konu alışkanlık edinilmesi istenen bir şey ise bu işin tek doğrusu var. Sizin de yapmanız. Benim çocukluğumda anne-baba çocuğu odasına gönderir televizyon izlerdi. Şimdi Instagram’da geziyor.
Siz ne yaparsanız çocuğunuz da onu yapıyor. “Hadi bakalım annene sofrayı toplarken yardım et” diyen babanın “hadi bakalım anneye yardım ediyoruz” diyerek sofrayı toplayan babanın yanında etkisi sıfıra yakın. Anlatmayın, yapın. Örnek olmak > anlatmak.
Disiplin
Çok basit bir tanım ile ilerlemek isterim burada: “İstediklerini yapmamak, istemediklerini yapmak.” Çizgi film izlemek vs ödevini bitirmek.
Ebeveynler genellikle çocukların hoşuna giden, eğlendiği şeyleri yaptırmayı yeterli görüyorlar. Bazı konularda hoşuna gitmeyen şeyi yapmasına zorlamak gerekli çocuğu. İstese de istemese de tutarlı kurallar içerisinde zorunluluklar yaratılmalı. Saat 8:00’de kalkılacak. Konu kilit. Keyfi istisnalar olmadan uygulanacak.
Çocuğa kıyılacak üzgünüm ki. Bugün sen kıymazsan hayat çocuğa daha çok kıyacak. O görevi, o sorumluluğu yapmamanın rahatsızlığını hissetmeyi öğrenecek. Hesap vereceği için, sen kızacağın için değil. Doğrusu bu olduğu için.
Zamanla seçim yapmayı öğrenecek. Bu işin olmazsa olmazı sizin disiplinli olmanız. Siz hayatınızda disiplinli değilseniz, siz çocuğa örnek olmazsanız, çocuktan çok şey beklememek lazım.
Eşlikçilik
Burada harika bir bisiklete binme metaforum var. Siz başta çocuğu seleye oturtacaksınız, direksiyondan ve seleden tutup itecek ve yanında ilerleyeceksiniz. Düşmeden ilerlemesi için yol göstereceksiniz. Sonra direksiyonu bırakacaksınız o gideceği yöne karar verecek. Yanlışsa düzeltip onu yola sokacaksınız. Sonra kontrol onda. Yavaş yavaş seleyi bırakacaksınız ve kendisi gidecek.
Sizin iki tane işiniz var. İlki onun kendini gerçekleştirmesine destek olmak. İkincisi ise düştüğünde yanında olup onu tekrar bisiklete çıkmaya, kendini gerçekleştirmeye ikna etmek. Siz bir eşlikçisiniz. Onun için pedal çevirmeyin, direksiyonu kontrol etmeyin. Haddinizi bilin. (Bu metafor on numara liderlik anlatısıdır. İşiniz için de aklınızda olsun.)
Beklenti
Beklenti konusu iki türlü. En çok karşılaştığım durum çocuğun bir şey denemek istemesi ve ebeveynin onu yapamayacağını (beceremeyeceğini) söylemesi. Çocuk denemeli ve becerememeli. Yanlış yapmalı. Sınırlarını keşfetmeli. Ama ebeveyn bu sınırı kendisi çizmemeli. Hatta çocuğu bu durum ile yargılamamalı. “Sen yapamazsın” değil, senin yapmana biraz daha zaman var.” ya da “gel birlikte deneyelim” bana daha doğru bir tavır gibi geliyor.
Beklentinin diğer türü ise çocuk ile ilgili beklentinin olmaması. Örneğin çocuğun bir şeyi beceremeyeceğini peşinen kabul etmek ve bunu ondan beklememek. Onu zorlamamak. Hatta bu konudaki kabullenişle bir konfor alanı yaratmak. Elbette ki gerçekçi olmayan bir beklenti anlamsız ama hiç beklenti olmaması ayrı bir problem. Beklenti olmaması çocuğun sorumluluk ve risk almasını, problemlerle mücadele etmesini sınırlıyor doğal olarak. Kimse sizin yapabileceğinize inanmıyorsa, kimsenin sizden beklentisi yoksa siz de inanmazsınız.
“Dış kaynak” ve “ana iş” ayrımı
Modern dünya ne yazık ki ailenin çocuğu ile uzun süreler birlikte olmasına izin vermiyor. Sistem anne ve babayı sürekli çalıştırmak istiyor ve bunu sağlamak için 2-3 yaşından itibaren kreşlerle çocuğa ayırılacak zamanı outsource etmeye yönlendiriyor bizi. Akran öğrenmesi, okulda kazanılan beceriler elbette kıymetli. Birlikte oynamayı, etkileşim içinde olmayı, zaman geçirmemeyi unutmamak lazım.
Okul dışı aktiviteler yine ailelerin çocukların zamanını outsource ettiği zamanlar. Gitar dersi, bale-tiyatro ya da voleybol kursu önemli ama bu aktivitelerin dışında kalan zamanlar anne ve babanın başka işlerden zaman ayırıp çocukla yakinen ilgilenmesi gereken zamanlar. Bu zamanlar sizin “ana işiniz”.
Odak çocuğu oyalamak ve eylemek olmamalı. Disiplin sadece çocuk için değil sizin için de şart. Çocukla uğraşmak ve zaman geçirmek zor ya da keyifsiz olabilir. Yapmak istemediklerinizi yapma işiydi disiplin hatırlayın. Çocukla geçirdiğiniz zamanlar her zaman kolay değil. Ama disiplini bırakmamak lazım. Aranızdaki bağı oluşturacak şey bu zamanlar.
Son olarak telefonlar çocuklarınızın değil sizlerin de düşmanı. Çocuğunuz sizleyken telefonunuzu elinizden bırakın. İkiniz de. Öyle birisi çocukla zaman geçirsin diğeri Reels baksın yok.
Yazının sonuna gelip “yeğenler üzerinden atıp tutmak kolay” diyenler, çok haklısınız. Ben kendime çıkarttığım dersleri yazdım. Her türlü yorum kabülüm. Sizin fark ettiklerinizi de duymak isterim. Çocuklardan öğrenmeye devam edeceğim. Sizin katkılarınız benim için de yol gösterici olacak. Şimdiden teşekkürler.
Bu ara hayatta çok şey değişti. Gökçeada’da hikayesi kapandı. Yeğenler okula başladı. Getir götür ilgilen çok zaman alıyor. Youtube kanalı biraz fazla kaynak tüketiyor. Yazmaya zaman bulamadım bu ara. Bu yazıya İzmir’de başladım. Dün İstanbul’da %80’ini bitirdim. Şimdi Ankara seyahatinde trende bitirdim. Arada dağıldıysam, eksik gedik bir şey varsa affedin. Kalbooooo!